Sunday, January 31, 2010

Confessions of an Economic Hit Man -


`Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin iki yolu vardır. Birisi kılıçla, diğeri BORÇLA.` John Adams(1735-1826)
Ölmüş olan John böyle diyor.
Bir de hayatta olan John`un dedikleri var, John Perkins.
John Perkins, Chas T. Main şirketi eski Şef Ekonomisti ve `Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları` kitabının yazarı.

Elime sesli ve görüntülü bir mesajı ulaştı.
Konuşma İngilizce.

Türkçesi şöyle:

Biz, EKONOMİK TETİKÇİLER, küresel imparatorluğun yaratılmasında gerçekten sorumlu olanlarız ve birçok farklı şekilde çalışırız...
Belki de en sık kullanılanı, öncelikle şirketlerimize uygun kaynakları olan ÜLKELERİ bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz, PETROL gibi.
Ardından DÜNYA BANKASI veya onun kardeşi başka bir organizasyondan O ÜLKEYE büyük bir KREDİ ayarlarız, fakat PARA asla gerçekte O ÜLKEYE gitmez. PARA O ÜLKE yerine O ÜLKEDE projeler yapan kendi şirketimize gider.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar...
Bizim şirketlere ilaveten, O ÜLKEDEKİ birkaç zengin insanın kâr sağlayacağı şeyler...
Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz...
Yine de insanlar, yani BÜTÜN ÜLKE bu BORCUN altına sokulur...
Bu BORÇ ödeyemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır.
BORÇLARINI GERİ ÖDEYEMEZLER...
***
`Ardından, biz EKONOMİK TETİKÇİLER, gidip onlara deriz ki:
Dinleyin... Bize bir sürü BORCUNUZ var....
BORCUNUZU ÖDEYEMİYORSUNUZ...
O zaman petrolünüzü (veya her neyiniz varsa) şirketimiz için oldukça UCUZA SATIN!
ÜLKENİZDE askeri üs kurmamıza izin verin veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin. Mesela Irak`a, (Afganistan`a, Lübnan`a)...
Veya bir dahaki BM seçiminde bizimle oy verin...
***
`Elektrik şirketlerini ÖZELLEŞTİRİRİZ...
Suları ve kanalizasyon sistemlerini ÖZELLEŞTİRİRİZ...
Ve ABD şirketlerine veya diğer çok uluslu şirketlere SATARIZ...
Bu mantar gibi biten bir şeydir ve çok tipiktir.
IMF ve DÜNYA BANKASI bu şekilde çalışır.
O ÜLKEYİ BORCA sokarlar ve bu öyle büyük bir BORÇTUR ki ÖDENEMEZ...
Ardından YENİDEN BORÇ teklif edersiniz ve daha fazla FAİZ ÖDERLER...
Koşullara bağlı veya iyi yönetim talep edersiniz...
Aslında bu onların kaynaklarını SATMALARINI sağlar.
Buna sosyal hizmetler, bazen eğitim hizmetleri de dahildir.
Adli sistemlerini, sigorta sistemlerini yabancı şirketlere SATARIZ.
Bu İKİLİ-ÜÇLÜ-DÖRTLÜ BİR DARBEDİR!`
***
Sonuç sorusu: Ne dersiniz, satılan `O ÜLKE` sizin ülkeniz mi, `TÜRKİYE` mi?!.
http://www.tumgazeteler.com/?a=4573061


About This Book

"Although unconscious, deceived, and - in many cases - self-deluded, these players were not members of any clandestine conspiracy; rather, they were the product of a system that promotes the most subtle and effective form of imperialism the world has ever witnessed."

"Economic hit men,"

John Perkins writes,
"are highly paid professionals who cheat countries around the globe out of trillions of dollars. Their tools include fraudulent financial reports, rigged elections, payoffs, extortion, sex, and murder."

"That is what we EHMs do best: we build a global empire. We are an elite group of men and women who utilize international financial organizations to foment conditions that make other nations subservient to the corporatocracy running our biggest corporations, our government, and our banks. Like our counterparts in the Mafia, EHMs provide favors. These take the form of loans to develop infrastructure—electric generating plants, highways, ports, airports, or industrial parks. A condition of such loans is that engineering and construction companies from our own country must build all these projects. In essence, most of the money never leaves the United States; it is simply transferred from banking offices in Washington to engineering offices in New York, Houston, or San Francisco."

Despite the fact that the money is returned almost immediately to corporations that are members of the corporatocracy (the creditor), the recipient country is required to pay it all back, principal plus interest. If an EHM is completely successful, the loans are so large that the debtor is forced to default on its payments after a few years. When this happens, then like the Mafia we demand our pound of flesh. This often includes one or more of the following: control over United Nations votes, the installation of military bases, or access to precious resources such as oil or the Panama Canal. Of course, the debtor still owes us the money—and another country is added to our global empire."


Emekli casus: "Danışmanlar ajan!"NSA`de "ekonomik tetikçi" olarak görev yapan emekli ajan, son Dubai krizi dahil, pek çok krizin aslında birer operasyon olduğunu iddia etti.

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları` isimli çalışmasıyla tüm dünyada büyük yankı uyandıran yazar John Perkins, Dubai`de yaşanan son finansal çalkantının ekonomik bir operasyonu çağrıştırdığını söyledi. Sabah`ın sorularını cevaplandıran Perkins, ekonomik krizlerin tesadüfen ortaya çıkmadığına dikkat çekerek, `Dubai`de yaşananlar bunun ne kadar doğru olduğunu bir kere daha gösterdi. Bu krizle birilerinin ciddi kazanç sağladığını düşünüyorum` dedi. Birleşik Arap Emirlikleri`ndeki prensliklerin bir bölümünün ABD`de bir bölümünün de İngiltere`de ciddi paralar kaybettiğini hatırlatan Perkins, `Krize bu perspektifle bakıldığında operasyondan kimin kazançlı çıktığı daha iyi anlaşılacaktır` yorumunu yaptı. Ekonomik tetikçilerin hedef olarak gelişmekte olan ülkeleri seçtiğinin altını çizen Perkins, `Bence sırada zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip İran, dünya kobalt rezervlerinin önemli bir bölümünü elinde bulunduran Kongo ve önemli bir geçiş noktası olan Honduras var` diyerek ilgili ülkelerin yöneticilerini de uyardı.

ERDOĞAN DOĞRU(!) OLANI YAPIYOR ( Kendine gore dogru olani!!!)
Başbakan Erdoğan ve kurmaylarının IMF ile anlaşmaması gerektiğini savunan Perkins, `IMF`nin bizatihi kendisi ekonomik tetikçidir. Bu nedenle Türk liderler siyasi açıdan bağımsız kalmak istiyorlarsa IMF ile anlaşma imzalamasınlar` önerisinde bulundu.

`Danışmanlar aslında ajan`

ESKİ bir Ulusal Güvenlik Ajansı(NSA) ajanı olan John Perkins, `Ekonomik Tetikçi` kavramını ilk açıklayan kişi. Perkins, `Ekonomik Tetikçilerin` ABD şirketlerinin çıkarlarını korumak için uluslararası finansal kurumları (IMF, Dünya Bankası, kredi derecelendirme kurumları, danışmanlık şirketleri) kullanan yani ekonomik istihbarat operasyonları için zemin hazırlayan kişiler olduğunu açıkladı.Gelişmekte olan ülkeleri büyük altyapı yatırımları kurmaları için teşvik eden danışmanların aslında ajan olduğunu söyleyen Perkins, `Bu ihalelerin en önemli şartı işlerin krediyi açan ülkenin mühendislik ve inşaat şirketlerine verilmesidir. Böylece hem paralar asla ABD`den asla çıkmaz ve ülke sürekli baskı altında tutulur` diyor.

John Perkins kimdir?
1945`TE New Hampshire`de dünyaya geldi. Boston Üniversitesi`nden mezun olduktan sonra kaderin de yardımıyla Amerikan`ın en önemli istihbarat birimlerinden biri olan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarafından keşfedildi. 1968 yılında NSA tarafından `ekonomik tetikçi` olarak yetiştirildi. Perkins 1980`e kadar Amerikan istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen danışmanlık şirketlerinde ekonomist, kıdemli ekonomist, bölge sorumlusu ve başkan yardımcısı gibi sıfatlarla çalıştı. 2004 yılında yayımladığı ` Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları` isimli kitabı çalışması Amerika`da uzun süre çok satanlar listesinde yer aldı.

Friday, January 29, 2010

Turkiye'den arkadasim sevgili Dicle Erogul'n Turkiyenin ic politikasini yakindan izliyor ve O'nun baska degisik ilgi alanlari da var ; Avrupa parlementosunu izlemek!

Ýngiliz Parlamento tutanaklarýndan "kürdistan" baþlýklý oturumun tercümesi 23 Ocak 2010 Cumartesi, 23:55 Ýngiliz parlamentosu tutanaklarýndan:
http://www.publications.parliament.uk/pa/cm200910/cmhansrd/cm100112/halltext/100112h0009.htm 12 Ocak 2010 Kürdistan Mr. Andrew Pelling (Croydon, Central) (Ind): Sizin baþkanlýðýnýzda hizmet vermek büyük bir keyif Mr. Hood, ve ben bu müzakere fýrsatýný vermiþ olduðunuz için müteþekkirim. Bakaný görmekten mutluyum.

Görevini yaparken gösterdiði vicdani davranýþlarý ve sorumlu olduklarý meselelerdeki ilgi ve alakasýný takdir ediyorum. Diðer muhterem üyelerin de müzakereyi desteklemek üzere burada bulunmalarýndan dolayý da mutluyum ve müdahale etmek isteyen üyelere izin vermekten, siz ve Sayýn Bakanýn onayýyla Mr. Hood, katkýda bulunmak isteyen üyelere söz vermekten mutluluk duyarým. Sheffield, Heeleyin muhterem üyesi (Meg Munn) Kürdistandan daha yeni, bu hafta sonu döndü, ve siz muhterem üyelerin kendisinin Parlamentoya sunmuþ olduðu raporu dinlemeye istekli olacaðýnýzdan eminim. Coatbridge, Chryston ve Bellshillin muhterem sað adayý ve Iraktaki Kürdistan bölgesi için bütün partilerin katýlýmý ile kurulmuþ olan grubun baþkanlýðýný yapan (Mr. Clarke)ýn da müzakereye katkýda bulunmak isteyeceðini biliyorum. Londra meclis üyesi bulunduðum 2000 yýlýndan beri benimle Kürdistan ve buradaki Kürt toplumunun çýkarlarý ile ilgili olarak kulis yapmakta olan Ýbrahim Doðuþa olan takdirlerimi (minnettarlýðýmý), kayýtlara geçmek üzere belirtmek isterim. Croydonda çok büyük bir Kürt toplumuna sahibiz. Ýlaveten Kürdistanda barýþ kampanyasýndan Akif Wana yýllardan beridir bana vermekte olduðu brifingler (bilgilendirmeler) için teþekkürlerimi de yine kayýtlara geçmek üzere ifade etmek isterim.

Bugünkü müzakerede, Türkiye, Irak, Suriye ve Ýranla yanyana duran Kürdistan açýsýndan bakarak, meselelerin üzerinden hýzlýca geçmeliyiz. Ancak ben bu kaygýlara, tek tek ele alarak deðinmek istiyorum. Ýngiliz halký olarak, Sevr anlaþmasý dahil o tarihe kadar vermiþ olduðumuz sözleri tutmaktaki baþarýsýzlýðýmýzý ve ikinci dünya savaþýndan sonra Kürdistan Partisinin Ýngiltere tarafýndan Iraktan sýnýr dýþý edilmesi olaylarýný gözönünde tutarak birçok açýdan bölgede sorumluluðumuz olduðunu unutmamalýyýz.
Ancak bu durum bizim Kürt halkýndan ayrý olarak bölgede hayati önem yaþýyan çýkarlarýmýz olduðu gerçeði hakkýnda dikkatimizi daðýtmamalý, Kürdistanda uygun bir barýþ ortamý ve yararlý bir ticaret ortamý görmede çýkarýmýz, sadece medeniyetlerin çatýþmasýndan kaynaklanacak zorluklardan çile çekeceðimiz için deðil, fakat bölge bizim ve Avrupalý ortaklarýmýzýn enerji güvenliði açýsýndan çok önemli olduðundan dolayý çýkarlarýmýz mevzubahis.

Tabii ki bu mülahazalar bizi, Hükümetin PKK-Kürdistan Ýþçi Partisinin terörist hareketlerine kuvvetle karþý çýkma politikasýný desteklemeye devam etmenin önemi konusunda köreltmemeli. Ancak Kürtlerin benimsedikleri yaklaþým hakkýnda çok olumlu olabileceðimizi düþünüyorum.

Kürtler çoðunlukla laiklerdir ve batýnýn baðýmsýz bir Kürdistan görmede neden çýkarlarý olmadýðýný anlayacak kadar jeopolitik konumlarýnýn gayet iyi farkýndadýrlar. Londradaki Kürt toplumunun þehire olan büyük katkýsýný teþhis etme durumundayýz. Londra ve Ýngilterenin diðer bölgelerinde 250,000 Kürt yaþamakta.

Bu sayýnýn Ýstanbulda yaþamakta olan 2 milyondan az olduðu aþikar, fakat yine de Türkiyede Kürt diasporasýnýn oynadýðý rolün önemini anlayabiliriz. Türkiye, Küçük Asyada güvenlik için siper oluþturan bir ülke birçok açýdan. NATOdaki en büyük ordulardan birine sahip olan bir müttefikimiz, dinamik bir ekonomiye ve çok genç profilde bir nüfusa sahip. Bu nedenle Avrupa Birliðine önemli bir katýlýmý olacak.

Bununla beraber, Türkiyenin AB üyeliði ile ilgili tüm münazaralarý, Kürt azýnlýklara karþý uygun muameleyi garantilemek üzere baský yaratmak için sonuna kadar kullanmamýz bizim için önemli, özellikle Kürt halkýnýn kendi dilini tam olarak kullanmasýnýn hali hazýrda izin verilmiþ olduðu gibi sadece Türk mahkemelerinde deðil, fakat Türkiyede politik söylevlerde de kullanýlmasý ve herþeyden önemlisi insan haklarý açýsýndan haklarýnýn savunulmasý için.

Bob Spink (Castle Point) (Ind): Muhterem Beyefendiyi, bu önemli konuda Parlamentoda müzakere açtýðý için tebrik ederim. Ancak acaba kendisi benim, insan haklarý konusundaki tutumunu genel olarak ve özellikle de Kürtlere yönelik olarak deðiþtirmesi hususunda, ABnin Türkiye üzerindeki etkisini etkin bir biçimde kullanmadýðý görüntüsünü vermekte olduðu hususundaki hayal kýrýklýðýmý paylaþýr mý?

Kürtlere ve Kürdistana olan borçlarýmýzý onaylayacaðýndan, ve Ýngilterenin o insanlara ve o bölgeye karþý tarihi görevi olduðunu kabul edeceðinden eminim. Bu ülke o insanlara yüzyýldan fazla bir zamandýr ihanet etmekte, özellikle vahþete karþý onlarý gerekli þekilde savunmada baþarýsýz kaldýðý için.

Mr. Jim Hood (Baþkanlýk makamýnda):
Düzen. Sanýrým muhterem Beyefendi bir müdahale deðil, bir konuþma yapýyor. Mr. Pelling: Mr. Hood, muhterem arkadaþýmýn yorumlarý için müteþekkirim. Ýngilterenin Kürtlere karþý büyük bir tarihi sorumluluðu vardýr ve Hükümet ve tabii ki Avrupa Parlamentosu Üyeleri, Türkiye AB üyeliði için yapýlacak görüþmelerin en iyi bir biçimde kullanýlmasýný garantileme konusunda aktif olmaya devam etmek zorundadýrlar. John Hemming (Birmingham, Yardley) (LD): Birminghamda pek çok Sorani Kürt ver.

Muhterem beyefendiler, azýnlýklar arasýndaki ihtilaflarýn, terörizmi içeren patlamaya hazýr ihtilaflara dönüþmesini önlemenin yollarý arasýnda her türden azýnlýklarý Kürt bölgelerdeki Türkmenler ya da aksi durumlar- korumaktan çýkarýlacak dersler olduðu düþüncesini paylaþýyorlar mý?

Mr. Pelling: Muhterem beyefendinin seçim bölgesinde önemli bir Sorani Kürt toplumu olduðunu biliyorum. Bu baðlamda, Kürdistan Bölgesel Hükümeti veya KRGnin nasýl inkiþaf ettiðine iþaret etmek ilgi çekici olacaktýr, bu durum, söyledikleri gibi, gerginliði terörist yönelimden uzaklaþtýrmak için mücadele etmenin önemini göstermektedir. Ümitlendirici olan durum belki de Kürt toplumunun, düþmanca duygular içerisinde olmalarý için birçok neden olmasýna raðmen, genel olarak çok sorumlu davrandýðýdýr.

Açýkçasý, Türkiyedeki oldukça karýþýk asker/demokrasi veya laik karþýtý/laik Atatürk geleneklerini yansýtan, þu periyodik Kürt politikasý kuþaklarýnýn birinden geçmekteyiz. Ancak, sonunda DTP Demokratik Toplum Partisinin kapatýlmasý ile tekrar karþýlaþmýþ olmamýz tamamiyle yararsýzdýr. Türkiyede tutuklu vaziyette 3,000 Kürt çocuðu var ve önemli sayýda Kürt politikacý da tutuklanmýþ durumdadýr.

Örneðin Ahmet Türkün gözaltýna alýnmasý olayý var, kendisinin soyadý bile bir hicivdir ve bir kimsenin kendi dilini ve isimlerini kullanamadýðýný göstermektedir; ve Aysel Tuðlukun gözaltýna alýnmasý.

Bu durum, Türk parlamentosundaki Kürt politikacýlarýn sayýsýný 20nin altýna düþürmeyi amaçlayan kurnaz bir politik planýn parçasý olduðu anlamýndadýr, böylece partinin faaliyet göstermesi engellenmek istenmiþtir. Eðer bir kimse Kürt köylerinin 1990lý yýllarda vahþice boþaltýlmasý hakkýnda düþünürse, o zaman Kürtlerin bu meseleler üzerinde bu kadar saldýrgan olmalarýna yol açan gerginliði hissetmelerinin nedenini anlayabilir. Ancak, hatta daha da kötü hücre hapsi koþullarýna konulmuþ olan Öcalanýn arkadaþlarýný anayasal yola teþvik ediyor olmasý ümit vericidir.

Yeni bir partinin, Barýþ ve Demokrai partisinin 1 Þubatta lansmanýnýn yapýlacak olmasý da, geçmiþ deneyimlerin bir tekrarý olmasýna raðmen, ümit vericidir. Bütün bölge için açýkçasý farklý temayüller olabilir. Birçoðumuzun toplumlarýmýzda Kýbrýslý Rum ve Kýbrýslý Türk azýnlýklarýmýz da mevcut.

Kýbrýs Rum Demokratik muhalefet lideri Nicos Anastasiadesle karþýlaþmaktan keyif duydum, çünkü açýkçasý Kýbrýsla ilgili bir mesele de var.

Kýbrýslý Türklerin birçok yönden yakýnlaþmaya doðru olmalarý da ümit vericidir. Biz, Türkiyeyi Kürt dili haklarý ve diðer haklar konusunda tolerans gösteren olumlu görünüm almasý için teþvik etmeliyiz. Dahasý, benim muhterem arkadaþým Castle Point (Bob Spink) tarafýndan ortaya atýlan meselede de Türkiyenin harekete geçmesini, Avrupa Birliði kanalýyla teþvik etmeliyiz. AB, Türkiyenin AB üyeliðinin bir koþulunun, güneydoðu Anadolunun ekonomik geliþimi olmasý gerektiðini söyleyebilir ve böylece oradaki eþitsizliklerin üstesinden gelinebilinir. Þimdi diðer ülkeler hakkýnda konuþmama izin veriniz.

Ýranda Kürt halkýnýn devletle birlikte çalýþma isteðine raðmen, keyfi tutuklamalar var ve gerçekte yargý sonucu ölüm cezalarý ile karþý karþýyayýz.
Böyle bir ölüm cezasý vakasý daha yeni yaþandý ve diðer 12 Kürt te ölüm listesinde bekliyor. Suriyede, gayet açýk olarak birçok keyfi tutuklama ve iþkence vakasý var. KRGye gelince, büyük bir baþarý hikayesi.

Bunun nedenlerinden biri, John Majorýn birinci Körfez savaþýndan sonra Kuzey Irakýn bombalanmamasýný garantileyen vizyonel davranýþýdýr.

Ancak hala birçok önemli mesele ve kaygýlar var. Bunlardan biri Kürdistanýn ilamýnýn nereye doðru olduðudur. Musulun etrafýndaki Musulun kendisi deðil- gerçekte Iraklý olmaktan çok Kürt olan bazý kasabalar Kürdistana dahil olacak mý? Bir diðer önemli mesele de uygun bir petrol gelir paylaþýmý anlaþmasýna kavuþmak meselesidir ki, böylece bölgede mümkün olan en iyi yatýrým yapýlabilsin. Bir ülke olarak, bölgede yapabileceðimiz ticaret miktarý hakkýnda gerçek bir menfaatimiz (samimi bir ilgimiz) ve kaygýmýz var.

Almanlar, Ýskandinavlar, Ýtalyanlar ve tabii ki Türkler, bizi bir dereceye kadar geçmiþ durumdalar. Kürdistanda yatýrým yapan birçok organizasyon birçok biçimde, kýsmen Türk ordusunun bölümlerine ait. En iyisini yaptýðýmýzý garantilemede büyük çýkarýmýz var. Erbildeki elçiliðin temsilde iyi iþ yaptýðýndan eminim ama Ticaret ve Endüstri temsilciliði de açmanýn yarar saðlayabileceði görüþündeyim.

Benim hususi bir ilgim var. Bu kiþisel bir ilgi deðil, fakat benim eski bir arkadaþýmýn Londra ile Erbil arasýnda direkt hava yolu baðlantýsý saðlamak için ilgisi var. Hali hazýrda seyahat pahalý ve Viyana üzerinden yapýlýyor. Ýngilterenin güvenlik nedeni ile direkt uçuþ koymamasýný anlýyorum, fakat bu mesele, diðer hava yollarýna bu tip seyahatler için daha büyük provizyonlar verilerek ve uygun yatýrýmlarla aþýlabilir.

Parlamentoda KRGnin azýnlýklara olan yaklaþýmý hakkýnda büyük ihtilaflar yaþandý. Hýristiyanlara ilk günlerde yapýlan muamele ve Hýrýstiyanlarla Asurilerin KRG bölgesinden çýkarýlma olasýlýðý masaya yatýrýldý. Bunun nedeni kýsmen, Saddam sonrasý mülkiyet haklarýnda yaþanan büyük kargaþa gerçeði olabilir. Hükümetin görüþünü öðrenmek isterim. KRG bölgesinde bu meseleler ne derecede mevcut?

Croydon baþpapazý, orada Hýristiyanlara yapýlan zulmün bir kaygý unsuru olduðu üzerine konuþtu. Ancak, bunun bizi KRGnin özellikle ne kadar baþarýlý olduðu gerçeðini görmemizi engellemesine izin vermemeliyiz, buna raðmen bu Mart ayýnda yapýlacak seçimlerden kaynaklanan gerilimlerin sonucundaki politik þiddet olaylarý konusunda kaygýlanmalýyýz. Hükümet, Türkiyeyi DTPyi yasaklamanýn ardýnda yatan nedenlerin zayýflýðý hakkýnda ikna etmek için ne yapýyor? Türkiyeye giriþ izni verilirse, Kürtlerin haklarýnýn tam olarak korunacaðýný garantilemek hususunda Avrupa Birlliði kanalýyla,baský yapmak konusunda ne getiriyorlar?

Kürt haklarýnýn tam olarak korunduðunu garantilemek üzere Iraktaki ve Türkiyedeki Kürdistanda seçimlerin uygun bir biçimde yapýldýðýný gözlemeyi düþünüyor muyuz?

Kürdistandaki ticari çýkarlarýmýzý ilerletmek ve Erbile direkt uçuþlarý teþvik etmek için ne yapýlabilir?

Son olarak ve belki de en tartýþmalý olarak, Türkiyedeki Kürtler için terörist-temelli bir çözümdense, anayasal çözüm saðlayabilmemiz için, Öcalanýn serbest býrakýlmasýný zorlamanýn bir avantajý olup olmayacaðý hakkýnda Bakan ne düþünüyor? Meg Munn (Sheffield, Heeley) (Lab/Co-op): Muhterem Croydon, Central üyesi (Mr. Pelling)e bu görüþmeyi saðladýðý ve benim de kýsa bir katký saðlamama izin vermekteki alicenaplýðý için samimi olarak teþekkürlerimi sunmak isterim. Iraktaki Kürdistan bölgesi üzerine bütün partilerin katýlmýyla oluþturulan parlamento grubuna baþkanlýk etmekteyim, ve söylediði gibi, oraya yaptýðým ziyaretten daha yeni döndüm. 2003 yýlý, Ýngiliz ve Amerikan güçlerinin yanýsýra birlikte savaþan tek Irak gücünü oluþturan Irakýn Kürdistan bölgesindeki halk için özgürlük getirdi. Ancak Ýngilterenin Kürdistaný gözden kaçýrdýðýna inanýyorum ve böylece tüm ülkenin yenilenmesini baltalayan ve Ýngiliz ticari ve politik amaçlarýný engelleyen bir durum ortaya çýkmýþtýr.

Karþýlaþmýþ olduðum politikacýlar ve iþ adamlarý, özgürlükten beri Ýngiliz Hükümetinin tavrý ile ilgili olarak þaþýrmýþ ve hayal kýrýklýðýna uðramýþ durumda idiler.
Baþbakanýn bana dediðine göre, Kürdistan, Ýngiliz politikasýnýn bir baþarýsýdýr, yine de bu politika Iraktaki tüm insanlar için eþit muameleyi içermiyor.

Ýngiltere, çoðunlukta olan Arap nüfusu ile sorunlar yaratmak korkusu ile, bizim Kürdistan bölgesi ile iliþkilerimizi geliþtirmede isteksiz davrandý, ve onun demokrasinin ilerlemesindeki ve insanlarýn güvenliðindeki sürdürülebilir geliþimi ve baþarýsý daha geniþ bölge için bir model olarak benimsenmemekte. Bunun yerine, Ýngiliz Hükümetinin bölgedeki güvenik durumu hakkýndaki anlayýþýný güncellemedeki baþarýsýzlýðý, Ýngiliz çýkarlarýna zarar vermiþtir.

Irak Kürdistanýnda ticaret daha büyük bir önceliðe sahip olmalý. Buraya yatýrým yapan þirketler faaliyetlerini daha sonra güneye doðru geniþletebilir. Birçok Ýngiliz ve diðer ülkelerin þirketleri için, Kürdistan þu anda Irakýn iþ için açýk olan tek bölgesi; geri kalaný sadece kýsmen açýk, bununla beraber en kýsa zamanda Kürdistana yetiþeceðini umuyorum. Kürdistanýn politik, yerel ve iþ dünyasý liderleri bu baðlantýlar için uzun zamandýr müracaat etmekteler. Ýngiliz þirketlerinin ve kurumlarýnýn uzmanlýk ve kalitesini takdir etmekte ve bizim politik ve güvenlik alanlarýnda müttefikimiz olmayý dilemekteler.

Muhterem beyefendinin söylediði gibi, bazý Avrupa ülkelerinin arkasýnda kaldýk. Ýngilterenin resmi ticari misyonu hiç olmadý. Bölgeye giden ticari misyonlar, Ýngiltere Ticaret ve Yatýrýmýndan hiç destek görmediler. Kürdistanýn baþkenti Erbildeki elçilik ofisi, diðer misyonlarla karþýlaþtýrýlýrsa çok az personele sahip ve baþkentten çok uzakta konumlandýrýlmýþ durumda, yine de elçilik personeli fýrsatlarýn farkýnda ve durumun yetersizliðinin üstesinden gelebilmek için ellerinden geleni yapmakta. Birçok insan viza problemini dile getirdi. Karþýlaþtýðýmýz Ticaret odasý üyeleri, Kürdistandan iþ adamlarýnýn Avrupanýn çeþitli bölgelerine düzenli olarak seyahat bazen ayda iki kez ettiklerini, fakat Ýngiltereye seyahatin zor olduðunu ve vize almak için Ammana gitme zorunluluðunun bulunduðunu anlattýlar. Muhterem Beyefendi, bölgedeki Hýristiyanlarýn durumunu tartýþtý. Pratik yapan bir Metodist ve bütün partilerin Metodist grubunun baþkaný olarak ben, Kürdistan bölgesindeki Hýristiyanlarýn durumuna ayrýntýlarý ile odaklandým, zaten birçoklarý Irakýn geri kalan kýsmýndan kaçmýþlardý.

Erbil baþpapazý ve Kürdistan bölgesinde Hýristiyanlarýn çýkarlarýný koruyan ve ilerleten çabalarý yönlendirmiþ olan eski Baþbakan yardýmcýsý Mr. Sarkis Aghajan Mamendu ile ayrýntýlý görüþmelerim oldu.


Her iki adam da, Kürdistan bölgesel hükümetinin sadece Hýristiyanlarýn haklarýný garantilemede deðil, fakat Irakýn diðer bölgelerindeki zulümden kaçan Hýristiyanlara güvenli bir sýðýnak sunmada aktif rol aldýðýný anlattýlar. Bölgeyi Hýristiyanlara kucak açmada ve onlarýn durumlarýný korumada gösterdiði alicenaplýk konusunda methetmek isterim. Bob Spink: Bölgeye çeþitli vesilelerle birkaç kere gitme fýrsatýný buldum ve kendi adýma, hoþgörülerini göstermek üzere Hýristiyanlar lehine farklý muamelede bulunmaya çalýþan hükümetin çabalarýný gördüm, su kuyularý kazmak gibi, köyleri ve okullarý yeniden inþa etmek ve kiliselere müsaade etmek gibi. Problemler var fakat hükümet Hýristiyanlýða müsamaha göstermek için büyük ilerlemeler ve çabalar göstermekte. Meg Munn: Gerçekte, sadece müsamaha deðil, Hýristiyanlarý desteklediklerini söylemek isterim. Parlamentonun demokrasiyi geliþtirmek için gösterdiði ilgi beni etkiledi. Bütün partilerin oluþturduðu grubu destekleyen Gary Kentin yardýmýyla, Kürdistan Parlamentosundaki milletvekillerinin yarýsýndan fazlasýna iki seminer verdim. Demokrasi konusundaki analayýþlarýný daha da geliþtirmek istiyorlardý. Kürdistandaki en büyük kaygý, nüfus sayýmýna duyulan ihtiyaç. Son 50 yýlda saðlýklý bir nüfus sayýmý yapýlmamýþ.

Kamu politikalarýnýn planlanmasýnda her yönden önemli olduðu kadar, Irak parlamentosundaki koltuklarýn hakkaniyetle tahsisi açýsýndan da hayati derecede önemli. Yaklaþan nüfus sayýmýnýn adilane yapýlmayacaðý konusunda kaygýlarý var, bu nedenle Ýngiltereden teknik yardým talep ediyorlar.

Son olarak, kadýn haklarý konusunda, Kürdistandaki liderler ortadoðuda yaygýn olan namus cinayetleri ve kadýn sünneti gibi problemler için cessur bir duruþ sergiliyorlar. Bu konulardaki liderliklerini onaylýyorum. Süleymaniye bölgesel konseyinin kadýn komitesi üyeleri ile de tanýþtým. Kadýn konsey çalýþanlarýnýn kaygýlarýný tespit etmede büyük ilerlemeler kaydetmiþler, cinsel tacize karþý koymada ve kreþ kurmada baþarýlý olmuþlar. Kadýnlarýn çýkarlarýnýn politik ajandada en aþaðýlarda bulunduðu ortadoðuda onlarýn pratik radikalizmleri göze çarpmakta. Bu hususlarda Muhterem arkadaþlarýmýn görüþlerini iþitmek için sabýrsýzlanýyorum.

Avrupa Bakaný (Chris Bryant): Croydon, Centralýn muhterem üyesi (Mr. Pelling)i, birçok yýldýr Türkiye, Irak veya Ýranla ilgili müzakerelerin altýnda ikincil bir konu olarak münazara edilmenin dýþýnda, tek baþýna üzerinde tartýþma yapýlmamýþ olan bir konuda, bu münazarayý açtýðý için bütün kalbimle tebrik ederim.

Bu konunun ayrýntýlarý ile üzerinde durmak için yarým saatten fazla bir zaman gerekir muhtemelen. Ayný zamanda muhterem arkadaþým Sheffield, Heeley üyesi (Meg Munn)ý da, Yabancý Milletler Topluluðunda bulunduðu için meselelerin inceliklerini bilen birisi ve orada olduðu sürece çok saygý duyulan birisi olduðu için kutlarým. Benim sað taraftan muhterem arkadaþým Cynon Valley üyesi (Ann Clwyd) gibi kendisinin de tüm-partiler parlamento grubunda çok iyi iþler yapmakta olduðunu biliyorum.

Ýkisi aralarýnda, Avrupa Birliði ülkelerinin birçoðunda olduðundan çok daha iyi bir parlamento iliþkisi kurmayý baþardýlar. Bu bölgeye çok büyük bir katký saðlamaktadýr ve bu ülkedeki politikaya da birþeyler öðretmektedir, bu yüzden kendilerini kutlarým. Bölgede Ýngilterenin net çýkarlarý vardýr. Birincisi, söylendiði gibi birçok Ýngiliz þirketi Irak, Türkiye ve Ýranda aktiftir, ve birçok þirket te daha aktif olmak istemektedirler. Daha fazla yardýmcý olabilmek istiyoruz. Croydon, Centralýn muhterem üyesi, Ýngiltere Ticaret ve Yatýrýmý açýsýndan ve mevcudiyetimiz açýsýndan çabalarýmýzý takviye etme ihtiyacýmýz hususunda doðru bir noktya deðindi. Bütün iþlerin Almanlar ve Fransýzlar tarafýndan kapýlmasýný istemiyoruz. Ýkinci olarak, net bir Ýngiliz çýkarý var çünkü bölgede barýþ ve istikrar istiyoruz.

Silahlý kuvvetlerimizdeki birçok genç adamýn ve kadýnýn Irakta yaptýðý katký, bu ülkenin istikrarý ve güvenliði için önemli idi. Iraka tekrar geri dönmek zorunda kalmamayý garanti etmek istiyoruz. Bu yüzden Irakýn Kürdistan bölgesinde istikrarýn olduðundan ve uzun dönemli ekonomik refahýn saðlandýðýndan emin olmak bu nedenle yaþamsal.

Büyük Kürt toplumlarý olan ülkelerin üzerinden geçeceðim. Muhterem beyefendiler Türkiyeden bahsettiler. Türkiyeyi Avrupa Birliðinin bir üyesi olarak görmek istediðimiz konusunda haklý.

Bunun Ýngiltere için iyi olacaðýný düþünüyoruz. Avrupa Birliðinde laik Müslüman bir ülkenin olmasý iyi olacaktýr, bazý kiþilerin onu nitelendirdikleri gibi Avrupa Birliðinin bir Hýristiyan kulubü olmasý gerektiðini düþünmüyoruz. Bu arada, düþünüþ biçiminde, kültüründe ve mimarisinde Maðribi etkisinin önemi olan Ýspanya gibi ülkelerin tarihlerini unutan. Türkiyenin Avrupa birliðine üyeliðinin bir diðer açýdan da yaþamsal olduðuna inanýyoruz, bu ülke muhtemelen bizim eþiðimizdeki Asya kaplaný. Ayný zamanda bizim terörizme ve uluslararasý suçlara karþý güvenliðimizi garantilemede ve enerji güvenliðimizi saðlamada yardýmcý bir ülke. Bu nedenle yaþamsal. Türkiyenin her ne pahasýna olursa olsun Avrupa Birliðine katýlmasýný istemiyoruz.

Katýlým koþullarýna tamamiyle uyum saðlamadan bunu yapmasý mümkün deðil. Ýnsan haklarý konusunda ve yargý sistemindeki bir grup temel esaslar konusunda yapacaðý çok iþ var, Avrupa Birliðine katýlan Türkiye, onun uygun bir üyesi olmasý için bunlarý yapmak zorunda. "Guys and Dolls" adlý þarkýdan bir mýsrada þunu söyler: "Adamla bugün evlen, yarýn da onun davranýþlarýný deðiþtir." Bu, Avrupa Birliðine katýlmak için baþvuran bir ülke için yapýlamaz. Katýlmadan önce deðiþikliklerin yapýldýðýndan emin olmalýyýz.

Türkiyedeki Kürt meselesi, Türkiye, Birliðe Kabul edilmeden önce etkin olarak çözülmesi gereken anahtar meselelerden biridir. Kýbrýs gibi baþka meseleler de var, fakat Kürt meselesi anahtar konumunda. Türk Anayasa Mahkemesi 11 Aralýkta Kürt milliyetçi partisi DTPyi kapattýðýnda kaygýlandýk. Bu nedenle, kaygýyý dile getiren Avrupa Birliði açýklamasýný kuvvetle destekledik. O zamandan beri konu ilerledi.

Ahmet Türk, 19 parlamenterin, BDP-Barýþ ve Demokrasi partisi üyesi olarak parlamentoya döneceklerini söyledi. Ýçiþleri Bakaný Atalayýn daha fazla demokrasiye doðru hareket etme ve meseleleri çözme konularýnda yapmýþ olduðu açýklamalarý memnuniyetle karþýlýyoruz PKK tarafýndan ortaya çýkarýlan terörist tehditle uðraþýlmasýný destekliyoruz.

Ancak, þiddetin kullanýmýna dayanan milliyetçilik ile terörizm arasýnda ve þiddete dayanan iktidar mücadelesi inancý ile farklý bir politik bakýþ görmek isteyen insanlarýn yasal politik istekleri arasýnda ayýrým yapmak mümkün olmalýdýr. Bu hafta sonu Ýstanbulu ziyaret ediyorum ve benim karþý taraftaki eþdeðerim olan Baðýþ ile toplantýlarým olacak.

Onunla bu konular üzerinde ve Türkiyenin Avrupa Birliðine er geç katýlýmý ile ilgili, ki ben bundan umutluyum, görüþmeler yapmak için sabýrsýzlanýyorum. Croydon, Centralýn muhterem üyesi ve benim muhterem arkadaþým Sheffield, Heeley üyesi haklý olarak Ýraný ele aldýlar. Ýranda insan haklarý, sadece Kürtler için deðil, fakar birçok diðer insanlar için de tüyler ürpertici durumda. Bizim bütün kalbimizle ölüm cezasýna karþý olmamýzýn yanýsýra, Ýranda ölüm cezasýnýn kullanýmýna yol açan yasal süreç te tamamiyle hatalý. Ýranýn 18 yaþýn altýnda kullanýmýný yasaklayan uluslararasý zorunluluklarýn altýna imza atmýþ olmasýna raðmen ölüm cezasý halen küçükler için de kullanýlýyor. Bu Ýranýn imzalamýþ olmasýna raðmen koþullara uymadýðýný ve insan haklarýna hesapsýz bir saygýsýzlýðý olduðunu gösteriyor.

Biz bu durumu en az 20 kere vurguladýk, özellikle Ýrandaki Kürtlerin durumlarý ile ilgili olarak. Irak konusunda, Kürdistan Bölgesel Hükümeti, anayasa ile kuruldu. Geçen Mart ayý Massoud Barzaninin bu ülkeye ve diðer AB ülkelerine baþarýlý ziyaretlerini gördü. Benim muhterem arkadaþým, Sheffield, Heeleyin üyesinin ve benim sað taraftan muhterem arkadaþým Cynon Valleyin üyesinin, KRG ile düzenli görüþmeleri oldu. Birçok mesele üzerinde önemli oranda geliþme saðlandý. Ýlerleme kaydedilmesi gereken bir mesele jenital kötürüm. Alman sivil kurumu, WADI- Kriz Yönetimi ve Geliþim Ýþbirliði Kurumu, kadýnlarýn %75 ila 85inin diþi jenital kötürüm uygulamasýna maruz kaldýklarýný hesaplamakta. Bunu ciddi olarak algýlýyoruz ve bu problemi ele almak istiyoruz. Cynon Valleyin üyesi muhterem arkadaþým problemden bahsetti. KRG bu konuda çok yakýnda bir konferans düzenlemek istediðini bildirdi ve biz bunun süratle yapýlmasý hususunda hevesliyiz.

Bunu gerçekleþtirmek için yardýma hazýrýz. Ele alýnmasý gereken, son derece yerleþik kültürel bakýþ açýlarý var; bu bir gecede deðiþtirilemeyeceði açýk olan uzun vadeli bir mesele. Sheffield, Heeleyin üyesi benim muhterem arkadaþým vize sorununu dile getirdi. Irakýn Krüdistan bölgesindeki insanlar, hiç kuþkusuz iþ yaparken ve sayahat ederken önemli oranda zorlukla karþýlaþýyorlar.

Bunun Ýngilteredeki insanlarýn iþ yapmasýna zarar verdiðinden eminim. Irakta tam viza servisi saðlama konusunda önemli güvenlik sorunlarý olduðu konusunda hak vereceðinden de eminim. Deðiþiklikler yapýp yapamayacaðýmýz hususunda araþtýrmalar yapýyoruz fakat þu anda herhangi bir þey açýklayamayacaðým. Croydon, Centralýn muhterem üyesi seçimler meselesini dile getirerek bizim bunlarý yakýndan gözlemleyip gözlemlemeyeceðimizi sordu. Haklýydý. Irakta baþarýlý seçim turlarý olduðu için tabii ki mutluyuz. Birçok insan bunun hiçbir zaman olamayacaðýný düþünüyordu Gerçekte, Ýngilterede bazý insanlar, demokratik bir Irak meydana getirme çabalarýmýzýn uygun olmadýðýný düþünüyorlardý. Bu insanlarla ayný düþüncede deðilim. Iraktaki Ýngiliz birliklerinin, seçimlerin saygýn turlar olarak addedilen þekilde yapýlmasýný garantilediklerini görmek bir keyifti, hiçbir þekilde mükemmel olmamasýna raðmen. Seçim koþullarýnýn iyileþtirilmesini garantiye almamýz konusunda muhterem beyefendiler haklýlar.

Bunu Baðdat, Erbil ve Basradaki elçiliklerimiz aracýlýðý ile yakýndan gözlemleyeceðiz. Bu konuda tekrar rapor vermek isteriz. Bütün-partiler parlamento grubu, Sheffield, Heeley üyesi muhterem beyefendi ve Cynon Valley üyesi muhterem arkadaþým, hepsi eminim bu konuda meraklý bir ilgi göstereceklerdir.

Türkiyede Abdullah Öcalanýn hapsolunmasý dile getirildi. Croydon, Centralýn muhterem üyesi, onun özgür býrakýlmasý isteðini mi dile getirdi, emin olamadým. Bu, Türk otoritelerinin meselesi. Ancak, Türk hapishanelerinin durumu ve uluslararasý ziyaretçilerin giriþ olanaklarý, uluslararasý ilgi alanýna giriyor. Türk hapishaneleri, ideal olmanýn çok uzaðýnda olmasýna raðmen, son yýllarda biraz geliþtirdiler. Daha fazla ilerleme görmek istemekteyiz, ve bu konuyu bu hafta sonu Ýstanbulda meslektaþýmla buluþtuðumda dile getireceðim.

Tercume eden: Dicle Erogul

Friday, January 15, 2010

Sahtekarlıkla Tarihi Değiştirmeye Yeltenmek:

Oxford Üniversitesi Yayınevi ve ‘Ermeni Meselesi’
Yazan: Jeremy Salt -Bilkent Üniversitesi Tarih Okutmanı


Oxford Üniversitesi Yayınevi 2005’te, Donald Bloxham’ın The Great Game of Genocide: Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians (Muhteşem Soykırım Oyunu: Emperyalizm, Milliyetçilik ve Osmanlı Ermenilerinin Yok Edilmesi) adlı kitabını yayınladı. Ciltli olan ilk baskısını 2007’de karton kapaklı baskısı takip etti. Bu kitabın, Osmanlı Ermenilerinin Birinci Dünya Savaşı dönemindeki kaderi hakkında dengeli bir çalışma olduğu kesinlikle söylenemez, ancak bir savcının ithamı denilebilir; fakat burada, konunun başka bir yönünü ele alacağız.

Kitapta, parlak kağıda basılmış, dokuz fotoğraf var. Bu fotoğrafların sekizinin kaynağı belirtilmekle beraber bir tanesinin kaynağı belirtilmemiş. O fotoğrafta, ceketinin önü iliklenmemiş kravatlı bir adamın elindeki bir şeyle, etrafını sarmış olan üstü başı liğme liğme çocuklar ve bir yetişkinden oluşan çemberin önünde ayakta durduğu görülüyor. Fotoğrafın altındaki yazıda: ‘Elindeki ekmekle, açlıktan kıvranmakta olan Ermenilerle alay eden bir Türk yetkilisi’ diye izahat verilmiş.

Sadece üstünkörü bir göz atmak bile, fotoğrafta bir tuhaflık olduğunu hissetmek için yeterli. Adamın ceketinin bir yanı, diğer yanından daha koyu renkte. Fotoğrafın ortasından geçen hafif düzensiz çizgi net olarak görülebiliyor. Fotoğrafta arka planda yer alan duvar, ayakta duran adamın arkasında aniden yok olup yerini beyaz bir boşluğa bırakıyor. Yerde yatan bir çocuk, bir deri bir kemik kalmış olan kolunu havaya doğru kaldırmış. Bu kolun tüm boyu, çocuğun dizlerinin altına uzanacak kadar uzun. Çok zor görülen diğer eli ve bileğinin dolgun etli olduğu görülüyor. Ayakta duran adamın sağında oturan küçük çocuk sanki elinde bir şey tutuyor gibi, fakat ne olduğu anlaşılmıyor.

Şüphe uyandırdığı için, fotoğraf Ankara’da bir foto analizcisine götürüldü. Fotoğrafın konusu hakkında hiç bir şey söylenmeden, kendisinden fotoğrafı incelemesi istendi. Analizci, fotoğrafı 2400 misli büyüterek görüntü yüzeyine baktığında “pikseller” yani fotoğrafı meydana getiren küçük haç biçimindeki hücreler ortaya çıktı. Analizcinin, bunun bir ‘fotoğraf’değil, foto montaj yöntemiyle bir çok fotoğraflardan kesilip biçilerek bir araya getirilmiş bir ‘fotoğraf çorbası’ olduğunu anlaması sadece 10 dakika sürdü.

Bu sahtekarlığı teknik açıdan ele veren, “pikseller” oldu. Eğer bu gerçek bir fotoğraf olsaydı, haç işaretlerinin hepsi de homojen olurdu, fakat değillerdi. Piksellerin kimi bir yöne eğikken diğerleri başka yönlere bakıyordu. Analizci, adamın sağ kolunun o vücuda ait olmadığı sonucuna vardı. O kısım, başka bir fotoğraftan buraya kaynaştırılmış ve sağ bacağı tamamen yok edilmiş gibi görünüyordu. Adamın sağındaki çocuk ise elinde hiç bir şey tutmuyordu; sadece fotoğrafı düzen sahtekar, bu kısmı kesip çıkarttığı fotoğraftan parmakların etrafını keserken yeterince özenli davranmamıştı.

Fotoğrafın altında yazıldığı gibi bu adam bir ‘Türk resmi yetkilisi’ olamazdı, çünkü o zaman Türkiye yoktu. (Benzeri yanlış bir referans ‘Türk askeri’ şeklinde diğer bir fotoğraf altı yazısında da verilmiş.) Foto analizcisine, fotoğraftaki adamın kim olduğu iddiası söylendiğinde, mantıklı olan şu izahata dikkat çekti: “Hiç bir Osmanlı memuru yakalı gömlek ve kravat üstüne önü iliklenmemiş bir ceket giymez; tüm düğmeleri boynuna kadar iliklenmiş yakasız bir gömlek giyer” dedi. Ve, “Kesinkes, (fotoğraf çektirirken mutlaka) başında fesi olurdu. Ayrıca, bir Osmanlı memuru böyle bir fotoğraf için poz verir miydi?”

Muhtemelen hayır!

Tüm bunlara ilave olarak, 20. yüzyılın başlarında fotoğrafçıların taşıması gereken alet edevat göz önüne getirildiğinde, fotoğrafçının, tam da bu sırada, güya ‘Türk resmi yetkilisinin’ açlıktan biçare çocuklara bir ekmek parçasını göstererek alay ettiği esnada yetiştiğine inanmamız mı bekleniyor? Kameranın arkasındaki kişi onlara; ‘Bu pozda kal!’ mı dedi, yoksa, sahneyi yeniden canlandırmasını mı istedi?

Bu satırların yazarı tarafından Oxford Üniversitesi Yayınevi’ne (OÜY) sahte fotoğraf hakkında bir uyarı mektubu yazılır. Bunu, İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu‘nun (İTDF) Ekim ayında yazdığı şikayet mektubu izler.

19 Ekim tarihinde OÜY Tarih Yayınları Sorumlusu Christopher Wheeler tarafından İTDF Asılsız İddialarla Mücadele Komitesi Başkanı Servet Hassan’ın e-postasına gelen cevaba göre, OÜY fotoğrafın sahte olduğunu kabul etmiş ve stoğunda kalan söz konusu kitapları yok etmiştir.

Ancak, Oxford Üniversitesi Yayınevi, kitabın yeni baskısında da bu fotoğrafa yer vermiş ve altına aşağıdaki açıklamayı eklemiştir:
‘Bu fotoğrafta, bir Osmanlı yetkilisinin (bu kez Türk yerine Osmanlı dendiğine dikkatinizi çekerim), elinde tuttuğu ekmekle, açlıktan kıvranmakta olan Ermeni çocuklarıyla alay ettiği iddia edilmekte.
Halbuki bu resim, iki (veya daha fazla) fotoğraf parçalarının bir araya getirilmesiyle düzenlenmiş bir sahte resimdir.

Eğer her iki tarafın da günümüzdeki politik amaçlarına erişmek için delilleri çarpıtarak ne kadar propaganda yaptığını kanıtlamak örneğine gereksinim duyuluyorsa, bu çok iyi bir örnektir.

Bu fotoğrafa, hakiki olduğu inancıyla kitabın ilk baskısında da yer verilmisti. Aynı fotograf daha önce, 1980 yılında basılan Gérard Chaliand ve Yves Ternon'un Le Genocide des Armeniens (Ermeni Soykırımı) adlı kitabında kullanılmıştı.

Bu da, bir belgenin daha önce başkaları tarafından kullanılmış olmasının, bunun kaynağının araştırılması gerekliliğini önlemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor.

Ayrıca, kaynağı belirlenemeyen (bu gibi) fotoğrafların, dikkatlice incelenmesi gerektiğini de kanıtlıyor.
Bu olay, dökümanların gerçek olup olmadığını incelemek konusunda tecrübeli olan, fakat fotoğraflar hakkında fazla tecrübesi olmayan tarihçiler için de önemli bir deneyim.

Hem yayıncılar, hem de yazar, bu sahtekarlığın dikkatlerine getirildiği için müteşekkirdirler’.
Bunu takiben, Christopher Wheeler’in Kasım ayında İTDF’ye yazdığı mektupta sahtekarlık bir ‘karma/ derleme fotoğraf‘ olarak tanımlanıyor ve OÜY’nce kabul gören görüşün ‘sözkonusu fotoğrafı sessizce kitaptan çıkarmaktansa sahte fotoğrafa yeni baskıda taze bir altyazı ile yer verme kararının sahtekarlara daha etkili bir uyarıcı cevap olacağı‘ yönünde olduğu belirtiliyor. Gerçi, her ne kadar ‘fotoğrafın’ kaynağının olmaması şüphe uyandırması için yeterliyse de o dönem fotoğraflarının kaynağının bilinmemesi sıradışı bir durum değildir.

Ancak, bırakın büyüteçle incelemeyi, bir çıplak gözü bile kandırması mümkün olmayan bu ‘fotoğraf‘ için bir ‘sahtekarlık şaheseri’ denilemez ve fotoğrafın basılması için bahane olarak gösterilemez; sadece hafifletici nedendir. Mektubun sonunda, tarihte belge sahteciliğine referans olarak ‘Konstantin‘in Hediyesi’ fermanı (Roma Kilisesi bu sahte belgeye dayanarak Batı Roma‘ya sahip olmuştur) gösterilerek tarihçilerin ve yayıncıların çok dikkatli olması gerektiği vurgulanıyor.

Mektupta satılmış olan kitaplar ve özellikle şu anda dünyanın çeşitli ülke kütüphanelerinin raflarında bulunan kitapların akibeti konusunda yapılması gerekenlerden hiç bahsedilmiyor.
Kitabın yeni baskısında da yer verilen sahte fotoğrafın altında yazılanlar tüm önemli konuları hasır altı ediyor.

Örneğin, fotoğraftaki kişinin Türk değil Osmanlı olduğundan söz edilmeden, sessizce değiştirilmiş olması gibi.

Tabii ki ‘her iki taraf’ ta propaganda yapıyor olabilir, fakat Türk ‘tarafında’, (en azından bu yazarın haberdar olduğu kadarıyla) yazılı malzeme ve fotoğraf bazında Ermeni ‘tarafının’ işlediği gibi bir belge sahtekarlığı yok.

Kitap ilk basıldığı zaman fotoğrafın ‘hakiki olduğuna inanılıyordu’ açıklamasını kabul etmek çok zor. Dokuz tane fotoğraf basılmış.

Sekizinin kaynağı açıkça belirtilmiş fakat bir tanesi için hiç bir kaynak verilmemiş.

Hatta bu fotoğraf için Chaliand ve Ternon kitabında da kaynak belirtilmemiş. Sadece bu durum bile, birisinin bu fotoğrafın gerçek olduğundan şüphe duyması gerektiğine işaret ediyor.
Bu fotoğraf, bilindiği kadarıyla, 2008 yılına kadar Erivan’daki Ermeni Soykırımı Müzesi’nde sergilenmekteydi (Halen aynı sergide mevcut olup olmadığı bilinmemektedir).

Aynı fotoğraf, ABD Kongresi’nin İnternet Kütüphanesi’nde de hiç bir kaynak gösterilmeden yer almıştır. Yukarıda izah edilen tüm hususlara ilave olarak, bu ‘fotoğrafın’ büyük bir ihtimalle sahte olduğunu görmek için ‘detaylı bir inceleme’ye gerek olmadığı çok açıktır.

Genelde OÜY kaynak araştırması hususunda olağanüstü titizdir. 19 Ekim’de Servet Hassan’a gönderdiği mesajında Bay Wheeler bu fotoğrafın bir ‘açık kaynağı‘ olmadığını itiraf ediyor. Bu da bize, birilerinin mutlaka resim konusunda kuşkularının olduğunu ima ediyor.

O halde, neden kitabın editörleri bu sahte fotoğrafın basılmasına izin verdi?

Belge sahtekarlığı, ‘Ermeni meselesinde’ başka türlü kanıtlanamayan, fakat kanıtlanmaya çalışılan konulara kamuoyunu inandırmak için 1920’den beri kullanıla gelen bir yöntemdir.

Bunların içinde en kötü üne sahip olanı ‘Andonian belgeleri’ diye anılan, güya, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin ve bilhassa Talat Paşa’nın, Ermenileri kasıtlı olarak yok etmek amacını güttüğünü ispatlamak gayretiyle ortaya atılan ‘telgraf’ iddiaları ve başka benzer “sözde dokümanlar’ grubudur.
Bunların sahte olduğu 20 yıl önce ispatlandığı halde, hala, zaman zaman su yüzüne çıkarlar; özellikle de İngiliz gazeteci Robert Fisk’in yazılarında.

Başka bir sözde ‘döküman’da, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin 1914 sonları veya 1915 başlarında hazırladığı, İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ortaya çıkarıldığı iddia edilen ‘10 maddelik plan’dır. Bu plana göre güya, 50 yaşın altındaki tüm erkek Ermeniler yok edilecek ve kadınlarla kızlar da İslamiyeti kabul etmeye mecbur edilecekti.

‘Plan’ İngilizlere, Osmanlılar hesabına çalışan birisi tarafından verilmişti. İngilizler, tam da o sırada, Malta adasında tutsak olarak beklettikleri Osmanlı görevlileri hakkında kanıta ihtiyaç duyuyorlardı, fakat İngilizler nedense o davada, bunu delil olarak kullanmadılar!

Ermeni tezlerini her açıdan benimsemiş olan Taner Akçam, bu plana taraflı kitabında[1] yer veriyor; ancak, sadece dipnotlarda İngilizlerin belgeyi ‘şüpheli’ bulduğuna kısaca değiniyor. Bloxam ise en azından, bu ‘plan’ı ‘şüpheli ve muhtemelen sahte’ olarak tanımlıyor. [2] Gerçekte, ‘plan’ adı altında sunulanların sahteliği su götürmez.

Kısaca, hiç bir ciddi tarihçi bu planı, Tanrı’nın buyruğu gibi kabullenemez, fakat Yale Üniversitesi Soykırım Çalışmaları Kürsüsü Profesörü Ben Kiernan, yakın zamanda yayınlanan Blood and Soil: A World History of Genocide and Extermination from Sparta to Darfur (Yale Üniversitesi Yayınevi, 2007) (Kan ve Toprak: Sparta’dan Darfur’a Dünyanın Soykırım ve Yoketme Tarihçesi) adlı kitabında tam da bunu yapıyor. Osmanlı Ermenilerinin kaderini incelediği kısa bölümün ana temeli yine bu ‘plan’dır. Kiernan, bu sahte plana dayanarak Osmanlı hükümetini Ermenileri yok etme planları yapmakla suçluyor.

Suçlamanın ağırlığı göz önüne alındığında, burada olağanüstü olan, bu ‘plan’ın en azından şüpheli ve büyük olasılıkla sahte olduğunu anlamak için gelişigüzel bir sorgulamanın yeterli olduğudur; olsa olsa belki bir dipnot değeri vardır.

Ermeni milli tarihçisi ve hararetli bir Ermeni propagandacısı olan Vahkan Dadrian’dan daha güvenilir bir kaynak göstermesini Ben Kiernan’dan istemek, acaba Yale Üniversitesi Yayın Kurulu’ndan hiç kimsenin aklına gelmedi mi?

Sıklıkla “Görmek istemeyenler kadar kör olan bir kimse yoktur” denir. Görülüyor ki, herkes Ermenilere ne olduğunu gayet iyi biliyor ve bu konuda ne söylemek isterse söyleyebiliyor;

Türkler hariç! Türkler bu tartışmanın tamamen dışında bırakılmış durumda. Barack Obama, ABD Kongresi, Avrupa Parlamentoları ve diğer başka yerlerdeki parlamento üyeleri ve hatta en son soykırım kararını onaylayan Güney Avustralya Parlamentosu üyeleri bile Türk ve Osmanlı tarihini Türklerden daha iyi biliyor. Neo Oryentalizmin bundan daha açık bir örneği olamaz! Aslında, bu parlamento üyelerinin Osmanlı tarihinin son yılları hakkında çok az şey bildiğini söylemek bile iyimser kalır. Onların Osmanlı tarihinin Ermenilerle ilgili kısmı hakkında, kendilerine Ben Kiernan, Taner Akçam veya Donald Bloxham gibi lobicilerin hap halinde sunduğundan başka hiç bir şey bilmediğini söylemek daha gerçekçi olur.


Ermeni meselesinde karşı tez olarak çok az sayıda kitap ya da makalenin batı dünyası temel kültürel yayınlarının içine girmesine izin veriliyor. Batıdaki anlatımlarda yazıldığı haliyle bu konu artık tarih olmaktan çıkıp bir din bilimi halini almıştır. Adeta bir ‘kutsal veri’ imiş gibi sorgulanması yasaklanmış ve arzulanan yargıya ulaşılmasını önleyen diğer veriler kenara atılmıştır.

Bu meseleyi anlamak için işimize gelen bazı bilgi ve belgeleri değil tüm bilgi ve belgeleri incelemeye ihtiyaç vardır; aksi takdirde tarih zarar görür.

Sanırım, bu makalede sözünü ettiğimiz sahtekarlıkların (Batılı) yayın dünyasında nasıl yer bulduğu açıkça anlaşılıyor.


Forging the past: OUP and the 'Armenian question'
Jeremy Salt*


In 2005 Oxford University Press published Donald Bloxham's The Great Game of Genocide. Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians. The first hardback edition was followed by a paperback version in 2007. The book is more of a prosecutor's brief than a balanced study of the fate of the Ottoman Armenians during the First World War, but forgery and not balance is the point of this article.

The book includes nine photographs printed on glossy paper. Eight of the photographs are credited. One is not. It shows a man in an unbuttoned jacket and tie standing in front of a circle of ragged children and one apparent adult with something in his hand. The caption reads: 'A Turkish official taunting starving Armenians with bread'.

Even a cursory glance is enough to show there is something wrong with this photo. One side of the man's jacket is darker than the other. A ragged line clearly runs between the two halves. The wall in the background abruptly disappears into a blank white space behind the standing man. A child lying on the ground is raising an emaciated arm. If stretched out to its full length it would fall below his knees. His scarcely visible other hand and wrist seem quite plump by comparison. The little boy sitting to the right of the standing man seems to be clutching something in his hand but it is impossible to tell what it might be.

Suspicions aroused, the photograph is taken to a photographic analyst in Ankara. He is not told what the subject matter of the photograph is supposed to be. He subjects the photo to a 2400-fold pixel magnification. The pixels come up like little crosses. It takes him ten minutes to conclude that this is not a 'photograph' at all but a photographic soup, composed of bits and pieces taken from other photographs.

The technical giveaway is the pixels. Were the photograph genuine they would have to be homogeneous but they are not. They are leaning in various different directions. Otherwise the analyst concludes that the man's right arm does not belong to the body. It has come from somewhere else. His right leg seems to have disappeared altogether. The boy sitting on the ground on the man's right is not clutching anything at all. The forger simply did not take enough care when cutting the paper around the fingers in the photograph from which his figure was taken.
The man in the caption obviously cannot be a 'Turkish official' as there was no Turkey at the time the photo was apparently taken (i.e. during or shortly after the First World War). A similar reference to 'Turkish soldiers' appears in the caption of one of the other photographs.
Having finally been told what the photograph of the standing man is supposed to be, the analyst points out the obvious, that no Ottoman memur or civil servant would be dressed in an unbuttoned jacket over a shirt with a collar and tie. He would be wearing a collarless shirt buttoned up to the neck. Almost certainly (definitely for a photograph) he would have a fez on his head, and it is hardly likely that an Ottoman memur would pose for such a photograph anyway.
Furthermore, given the cumbersome equipment photographers had to carry around with them early in the 20th century, even if the photographer arrived on the scene just as this 'Turkish official' was tormenting starving children with a piece of bread he could not have taken the photograph unless the standing man and the starving children agreed to hold their poses or to reenact the tableau when he was ready.

Oxford University Press had already been informed (by the writer of this article) that the 'photograph' was a forgery when Servet Hassan, the General Coordinator of the Federation of Turkish Associations in the UK followed up with a complaint in October. Responding to her protest, in an e-mail sent on October 19, Christopher Wheeler, OUP's history publisher, conceded that that the 'photograph' was a forgery. 'Existing stock' of the book had been destroyed but the 'photograph' had been retained in a new printing with the following caption:
'This photograph purports to be an Ottoman [sic.] official taunting starving Armenians with bread. It is a fake, combining elements of two (or more) separate photographs: a demonstration were one needed of the propaganda stakes on both sides of the genocide issue with evidence of all sorts manipulated for latterday political purposes. The photograph was also included when the book was first published but then was believed to be genuine. It had previously been used in Gérard Chaliand and Yves Ternon's Le Genocide des Arméniens (1980), which shows that prior use is no substitute for rigorous investigation of a picture's provenance – and in the absence of clear provenance, for a minutely detailed examination of the picture itself. It is a cautionary tale for historians, many of whom are better trained in testing and using written sources than in evaluating photographic evidence. The publishers and author are grateful to have had the forgery drawn to their attention'.


In a follow-up letter written on November Mr Wheeler, describing the forgery as a 'composite photograph', said OUP regarded republication of the 'photograph' with a fresh caption as 'a more effective rejoinder to the forger than silently dropping his or her photograph from the book'. Although the unknown provenance of the 'photograph' could have created suspicions, 'it is by no means uncommon for photographs from this period to lack one. And while the forgery is no masterpiece, without magnification it does not deceive the naked eye. These are not excuses for having been 'taken in' but they are mitigation'.

The letter ends with a reference to forgeries going back to the Donation of Constantine and the need for historians and publishers to be vigilant. There is no mention of what could and should be done about copies of the book already sold, particularly those on the shelves of libraries around the world.


The caption in the new printing slides over all the important issues. Of course, there is propaganda on 'both sides', but there is nothing on the Turkish 'side' (as far as this writer is aware) to compare with the textual and photographic forgeries manufactured on the Armenian 'side'. It is very difficult to take at face value the statement that when the book was first published the photograph 'was believed to be genuine'.

Nine photographs were published. Eight were properly sourced and one was not sourced at all, not even to the Chaliand and Ternon book. This suggests that someone must have had doubts about the authenticity of this photograph (which until 2008 at least was displayed prominently in the Museum of the Armenian Genocide in Yerevan. It can also be found online in the US Library of Congress – again without a source). Over and above all of this, it does not take a 'minutely detailed examination' or magnification to see that this 'photograph' is most probably and almost certainly a fake. OUP is usually meticulous in its sourcing. In his message to Servet Hassan on October 19 Mr Wheeler admits that there was no 'clear provenance' for the photograph. This implies that someone must have had misgivings. So why did the book’s editors allow this fake to go to press?


Forgeries have been part of the 'Armenian question' since the 1920s, produced with the intention of proving what could not otherwise be proved. The most notorious of them is the Andonian papers, a collection of 'telegrams' and other 'documents' purporting to show that the CUP government (and especially Talat Paşa) deliberately set out to exterminate the Armenians. These were shown to be forgeries more than 20 years ago but still surface from time to time, most notably in the writings of the journalist Robert Fisk.


Another 'document', appearing during the British occupation of Istanbul, is the 'ten point plan', supposedly drawn up by the CUP government sometime late in 1914 or early in 1915, according to which all male Armenians under 50 were to be exterminated, with girls and women converted to Islam.

The 'plan' was handed to the British by an Ottoman functionary. Then looking for evidence against the prisoners they were holding in Malta, the British did not make use of it. Taner Akcam, a Turk who has adopted the Armenian version of history in all its essential details, utilises the plan in the text of his own tendentious book 1, observing only in a footnote that the British were 'skeptical' of its authenticity. Bloxham himself has described the 'plan' as 'dubious at best and probably a fake'.2 In fact, the 'plan' certainly is a fake.

In short, no serious historian could possibly take this plan as gospel truth, but this is exactly what Ben Kiernan, an Australian who is now Professor of Genocide Studies at Yale University, does in his recent publication Blood and Soil. A World History of Genocide and Extermination from Sparta to Darfur (Yale University Press, 2007). The 'plan' is the platform for his brief examination of the fate of the Ottoman Armenians and the accusations he makes that the Ottoman government drew up a plan to exterminate them.

What is extraordinary here is that it would have taken no more than a cursory check to establish that this 'plan' is suspect at least, is almost certainly a fake and is worthy of a footnote at most. Did no one at Yale University Press think of asking Ben Kiernan to come up with a better source than his only source for this accusation, Vahakn Dadrian, a committed Armenian national historian and propagandist for the Armenian cause?

It is often said that there are none so blind as those who will not see.

Everyone knows what happened to the Armenians, everyone has the right to say whatever they want except the Turks.

They are kept out of this debate altogether.

Barack Obama, members of the US Congress, members of European parliaments and parliaments elsewhere, even of the South Australian parliament, which recently passed a genocide resolution, apparently know more of Turkish and Ottoman history than the Turks do.

There could hardly be a clearer example of neo-Orientalism.

It would be far too much to say that the members of these parliaments know little of late Ottoman history.

It would only be accurate to say that they know next to nothing of Ottoman history apart from what they have been spoon-fed by lobbyists or have read in books such as those written by Ben Kiernan, Taner Akçam or Donald Bloxham.

Very few books or articles are allowed into the western cultural mainstream as a counter-narrative. The Armenian question as it has been written into the western narrative has long since passed from history into theology. It has been sacralized and history, in this instance the need to deconstruct this issue on the basis of all the known 'facts' and not just some of them, suffers as a result. This, it seems, is how forgeries such as those described in this article get into print.

[1] Taner Akçam A Shameful Act - The Armenian Genocide and the Question of Turkish Responsibility (Utanılacak bir Davranış – Ermeni Soykırımı ve Türklerin Sorumluluğu) Londra; Constable and Robinson, 2007.

[2] History Today (Günümüzde Tarih dergisi), yayıncısının Haziran 2005 teki ‘Rethinking the Armenian Genocide’ (Ermeni Soykırımını Yeniden Ele Almak) makalesine cevap olarak Bloxham’ın Temmuz 2005, Sayı 7, Sayfa 68 te yayınlanan cevabı.
(Bu mektubu dikkatime getirdiği için Erman Şahin’e teşekkür borçluyum - Jeremy Salt.)


Thanks to Jeremey Salt ....

BILKENT UNIVERSITESINDE TARIH OGRETMENI JEREMY SALT'IN OXFORD UNIVERSITY PRESS'IN ERMENI KONUSUNDA YAYIMLADIGI BIR KITAPTA KULLANILAN FOTOGRAFIN SAHTE OLDUGUNU KANITLAYAN MAKALESINI ASAGIDA SUNUYORUM

AYRICAJEREMY SALT IN BU MAKALESI JEREMY'NIN LONDRA DAKI ARKADASI SERVET HANIM KANALIYLA BU HABERIN "HABERTURK " GAZETESINDE BASILMASI DA SAGLANMISTIR.

Friday, January 8, 2010

New York Times Gazetesinde bir haber
Posted: 15 Dec 2009 01:58 PM PST (15, Aralık, 2009)

The Obamas Watch But Don't See the Tragic Fate of Middle East Women: A Four-Picture Allegory
Obamalar, seyretmelerine rağmen orta doğu kadınlarının trajik kaderini görmüyor: Şu 4 fotoğraftan oluşan görsele bakın.

By Barry Rubin

Turkey used to be a secular state striving for modernization and a place in the Western world. That dream is turning into a nightmare. The AKP regime, despite its pretense of being a center-right, family values, good government party, is moving Turkey toward Islamism. Washington and the West in general doesn't seem to notice though horrified Turkish secularists and liberals are yelling for help.
Türkiye modernleşme çabası içinde ve Batı dünyasında yer almaya çabalayan laik bir ülke olarak görülmekteydi. Bu rüya artık bir kabusa dönüşüyor. AKP'nin rejimi, aile değerlerine sahip, iyi hükümet, bir merkez-sağ partisi olma iddiasına rağmen, Türkiye'yi İslamizm yönüne götürmektedir. Dehşete düşmüş olan laik ve liberal Türk halkının yardım için bağırıp çığlık atmasını Washington ve Batı dünyası genelde görmüyor.

Look at the photos below of Prime Minister Tayyip Erdogan and his wife arriving in Washington to meet the Obamas. It's not so much that his wife, Ermine, is wearing a hijab (in Turkey called a turban) but look at her slumped over and self-effacing like a slave. I'm of no importance, is what her posture seems to say. Compare her abject stance to the three others in the picture standing tall and proud. In the first photo her sleeves are so long to conceal her hands that she can't even control them. Her head is slumped in a pose conveying submissiveness and shame at being a woman. And then in the fourth photo, she slinks off, like a servant who has been dismissed.
Obama ile görüşmek üzere Washington’a gelen Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşinin karşılanma seromonisini gösteren aşağıdaki fotoğraflara bakın. Öyle abartılı olmasa da Erdoğan’nın eşi Emine, bir hijab (Türkiye'de türban deniyor) giymiş ancak, görünüşüne ve haline bakın, kendini geri planda tutan döküntü bir köle gibi duruşuna bakın. Bu resmi şöyle okuyabiliriz: “Ben önemli biri değilim”. Onun bu sefil durumunu, resimde görülen ve gururlu bir tarzda duran diğer üç kişi ile kıyaslayın. Birinci fotoğrafta onun (Emine) elbisesinin kolları o kadar uzun ki kontrol edemediği ellerini bile gizlemektedir. Başı, sanki kadın olmanın verdiği utanç ve ve teslimiyetle yığılıp kalmış bir pozda. Ve dördüncü fotoğrafta, görevini tamamlayıp odadan sessizce sıvışan bir hizmetçi.
The sequence seems to symbollize the fate stalking Turkish woman, subverting the equality envisioned under the Ataturk republic to a status of servility and second-class citizenship. . This holds true in much of the Muslim-majority countries and it is getting worse-- Egypt and Iraq come to mind--not better.
Yet the Obamas don't even notice what's going on before their eyes. To them, Turkey is the very model of a moderate Muslim democracy, a good model to be encouraged rather than a NATO ally slipping steadily into the Iranian-Syrian alliance.
Fotoğrafların sırasına bakıldığında Atatürk cumhuriyeti kapsamında öngörülen eşitlik statüsünü kaldırarak Türk kadınını ikinci sınıf vatandaşlık ve köle statüsüne indiren bir durum sembolize edilmektedir. Bu durum halkının çoğunluğu Müslüman olan bir çok ülkede görülen bir durumdur ve durum daha da kötüye gitmektedir – Mısır ve Irak hemen akla gelenler-. Ancak Obamalar gözleri önünde olanları fark edememişler. Onlara göre, Türkiye, İran- Suriye ittifakına kayan bir NATO ülkesi olmaktan ziyade ılımlı bir Müslüman demokrasinin iyi bir örneği olmakta ve bu desteklenmesi gereken bir durum olarak algılanmaktadır.

Take a look at those photos below and shiver. But for sheer insanity there's this New York Times article.. It celebrates the growing Turkish-Syrian alignment, claiming that this means Syria is becoming more moderate! The author actually states:
"For some [in Syria ], the new closeness with secular, moderate Turkey represents a move away from Syria ’s controversial alliance with Iran . For others, it suggests an embrace of Turkey ’s more open, cosmopolitan society. And for many ― including Syria ’s president, Bashar al-Assad ― it conjures different dreams of a revitalized regional economy, less vulnerable to Western sanctions or pressure."
Let me explain something. When a former ally joins your enemies you don't cheer about how your enemy is becoming your friend.. Why should Turkey-Syria friendship mean Syria-Iran coolness, especially when Turkey and Iran are acting like great buddies? This article is just a pitiful parroting of Syrian disinformation. Shameful. Aşağıdaki şu fotoğraflara bir göz atın ve ürperin. New York Times'ın şu yazısı tam bir çılgınlık.. Büyüyen Türk-Suriye işbirliğini kutlamakta ve bunun Suriye’nin daha ılımlı hale gelmekte olduğunu iddia etmekte. Yazarın açıkça ifade ettiği:
“Bazıları için (Suriye) laik ve ılımlı Türkiye ile yakınlaşması Suriyenin tartışmalı İran işbirliğinden uzaklaşması olarak algılanmaktadır. Diğerleri için ise bu Türkiye’nin daha açık ve kozmopolit olan Türk halkının bir kucaklaması olarak değerlendiriyor. Bir çokları için bu - Suriye 'cumhurbaşkanı Beşar Esad da dahil olmak üzere – bölgesel ekonominin canlanması hakkında değişik rüyaların oluşmasına neden olur, batının yaptırımlarına veya baskılarına karşı daha az yara alır.” Bir şeyi açıklığa kavuşturayım. Bir müttefikiniz karşı tarafa, düşman grubunda yer alırsa düşmanım dostum oldu diye sevinmezsiniz. Türk-Suriye dostluğu niçin Suriye-İran soğukluğu anlamına gelmeliki, özellikle Türkiye ve İran çok yakın dostluk sergiledikleri halde? Bu makale sadece Suriye dezenformasyonunun zavallı bir papağan gibi konuşmasından ibarettir. Utanç verici.

http://rubinreports.blogspot.com/2009/12/obamas-watch-but-dont-see-tragic-fate.html

Saturday, January 2, 2010

RETURN TO ANATOLIA Conference !!!!!!!!!!!!!
Friday, 2 MAY 2008
The second annual RETURN TO ANATOLIA Conference began on Friday, 2 May 2008 at the Jika International Hotel in Fairfield, Melbourne.

The function took place in the presence of politicians, academics, sponsors and members of the Hellenic, Assyrian and Armenian communities.

This year's conference was dedicated to The Women of Anatolia: Tradition, Memory, Family. The duties of Master of Ceremonies were fulfilled by Mrs Desi Poursanidis.

(From left to right) Mrs and Cr Anthony Helou (Moreland), the Hon. Martin Ferguson, Minister for Resources and Energy and Minister for Tourism, and Mr Con Kotanidis. Messages of welcome and best wishes for the success of the conference were expressed by the Consul-General of the Hellenic Republic, His Excellency Christos Salamanis, the Hon. Murray Thompson MP, the representative of the Assyrian community on the organising committee, Mr Jacob Haweil, and the chairperson of the organising committee, Mrs Sofia Kotanidis.

Cultural presentations dedicated to the Women of Anatolia were made by Ms Anthi Sideropoulos and Mr Zaia, both of whom deeply moved those in attendance with their songs in English, Assyrian and Greek.

Amongst those in attendance were the Federal Minister for Tourism,
the Hon. Martin Ferguson,
the Speaker of the House of Representatives, the Hon. Harry Jenkins,
the Hon. Jenny Mikakos MP,
the Hon. Lilly D'Ambrosio MP,
the Hon. George Seitz MP, the Hon.
Nazih Elasmar MP as well as Councillors
Anthony Helou (Moreland),
Kris Pavlidis (Whittlesea) and
Costas Socratous (Brimbank).

Consul-General of the Hellenic Republic, His Excellency Christos Salamanis, and Cr Kris Pavlidis (Whittlesea).
Official sponsors of the second annual Return to Anatolia Conference include the Victorian Multicultural Commission,
the Hon. Jenny Mikakos,
Ms Fiona Richardson, Melissa Cakes,
Mr John Armen of JNS Plumbing,
Mr Con Saristavros of Black Swan Dips, and
Mr Tasos Douvartzides of Omiros College.

Saturday, 3 MAY 2008 Speakers Bernard Korbman Master of Education BA (Philosophy) BVisualArts (Sculpture) Graduate Diploma Media Studies Diploma of Education Graduate Certificate Counseling Executive Director Jewish Holocaust Museum & Research Centre National and International speaking engagements (university, museums, business groups, government agencies etc., 5 years) Teacher 27 years teaching in Government Secondary School System 3 Years with the Commonwealth Education Dept, Aboriginal Study Grants and Secondary Grants Scheme Vicken Babkenian Independent researcher for the Australian Institute for Holocaust and Genocide Studies (AIHGS) since 1994 Author of Edith Glanville Champion of the Armenian Relief Fund (published by the Ashfield and District Historical Society) His discoveries were recently shown at the Federal Parliament House in the form of a photo exhibition Dr Panayiotis Diamadis Bachelor of Arts, University of Sydney Graduate Diploma in Secondary Education Master of Arts Doctor of Philosophy Senior history teacher at St Andrew's (Anglican) Cathedral School, Sydney Lecturer in Genocide Studies at the University of Technology, Sydney Tutor at the Workers' Education Association Sydney A prolific writer and public speaker (lectured in Australia, Greece and in England) Many published articles in academic and other journals and community newspapers Regular commentator on political and historical affairs on SBS Radio's Greek program Stavros Stavridis http://www.returntoanatolia.org/2008.html